TALAT KIRCAN
Ayhan Çıkın'ın şiiriyle ilk kez, belleğim beni yanıltmıyorsa, 2000 yılında tanıştım. Kitabı Zaman Çiçeği elime geçtiğinde, bir sayfa bir sayfa daha derken, bir çırpıda bitirivermiştim. Güzel, etkileyici bir şiirler toplamıydı. Öyle "şairane olayım" kaygıları yoktu şairinin. Ancak yine de şairane oluyordu. Öyle biçim kaygıları da yoktu. Ruhu gibi biçimi de özgürdü. Yaşadığı coğrafyayı bilen, yaşadığı toplumu bilen bir aydının birikimleri olduğu daha ilk dizelerden anlaşılıyordu. Köyde doğup büyümenin, kentte yetişip bilim tahsil etmenin avantajlarını iyi kullanıyordu. İçten, dürüst, duygulu ve duyarlı yüreğin yansımalarıydı.
Sanki kendiliğinden oluşmuş, konuşuyormuş gibi yazılmış şiirler toplamıydı Zaman Çiçeği. Sanki kitabı okumuyorsunuz da, tanımadığım şairi yanı başınızda fısıldıyor gibi. Sohbet ediyor gibi.
Sonra kitap üzerine bir yazı yazdım. Bir İstanbul dönüşü, daha kapıdan girmeden, çalan telefonun sesine yetişmek için gösterdiğim telaş. O telaşla kaldırdığım ahizenin karşısındaki Ayhan Çıkın... Duru, heyecanlı sesi. Ve yaşadıkça bitmeyecek bir gönül dostluğunun ilk adımları. Bir de bu konuşmada, kalp nakli olduğunu, bir yıldır başkasının kalbiyle aramızda yaşadığını öğrenmem...
BİLİMİN BİZE ARMAĞANI
Çok geçmeden Bornova'daki evine gittim. Görev yaptığı Ege Üniversitesi'nden dostları da vardı. Doğal olarak şiirden, yaşamdan, sanattan konuştuk. Yaşamının ilginç son 10 yılından söz etti, özetlersek şunları söyledi: "1990 yılından bu yana kalp rahatsızlığım vardı. 8 yıl süren ilaç tedavileri, hastaneler çare olmadı. 2000 yılının Mayıs ayında kalp aranmaya başlandı. Bir türlü bulunamıyordu. Sağlığım çok kötü hale gelmişti. Nefes bile alamıyordum.
İki günlük hayatım kalmışken, bir kavgada ölen Cem Canbay'ın ailesi organlarını bağışladı. Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim. Çünkü Cem'in çok genç olduğunu öğrendim. İki Mustafalar Prof. Dr. Mustafa Akın hazırladı. Prof. Dr. Mustafa Özbaran Cem'in kalbini bana nakletti. Sonra yaşama döndüm. Yine uzun hastane günlerinden sonra işte aranızdayım. Bilimin yaratıcılığında sizlerleyim."
(O günleri, daha sonra yazdığı bir şiirinde şöyle anlatır:
Yaşadım hayatı güz bahçelerinde
Ölüm nehrinin kenarına güller diktim şarkılardan
Gökyüzünün mavilikleriyle mayaladım karanlıkları
Bir türkü söyler gibi dansettim ölüm sularında
"ne olursa olsun" dedi Mustafalarım
"bu yaşam sürecek"
"saçlarında ozanın gün ışığı eksilmeyecek"
beyinlerindeki bilimin ışığını yüreğime sundular
ölüm nehrine iki gün kala
kara dikenler üzerine ak güller kondurdular
doktorum, doktorlarım, onurlarım benim
kalbimin ustaları Mustafalarım
nasıl söylesem türkülerinizi sizin)
BU ŞİİR KİMİN?
2001 yılındaki o ilk ziyaretimde, bir yıldır kalbini taşıdığı Cem Canbay için bir şiir yazdığını söyledi. "Size okuyayım" dedi. Çok duygulanmıştım. Çünkü böyle bir yaşam öyküsü beni derinden etkilemişti. Dinleyecek halim kalmamıştı. Şakaklarım zonkluyordu. Zorla, "Şu anda olmaz" dedim. "Siz bana gönderin. Kendim okuyayım." Bu görüşmeden birkaç gün sonra Işık Veren Delikanlının Türküsü başlıklı şiirini gönderdi.
(O yıllarda Hürriyet EGE'de haftada bir sanat sayfası hazırlıyordum. Sıradaki ilk sayfada yayınlayacaktım. Ancak nasip olmadı. Bir kaç gün içinde Hürriyet EGE kapandı). Şiiri okuduğumda büyük bir şaşkınlık ve çaresizlik duydum. O güne kadar öğrendiklerim, bildiklerim yıkılmıştı. Çünkü şiir bize yüreğin sesi olarak öğretilmişti, öyle bellemiştik. Peki şimdi bu kimin yüreğinin sesiydi. Yaşamının baharında pis bir kavgada aramızdan ayrılıp giden, giderken de kalbini Ayhan Hoca'ya miras bırakan Cem Canbay'ın yüreğinin sesi mi? Yoksa, ömrünü bilime, aydınlığa, şiire adamış bir duygu bilgesinin bilincinin, beyninin sesi mi? Yani diyeceğim şiir yürekte değil, bilinçte, beyinde mi oluşuyordu? Öyleyse en akıllılar, en zekilerin şair olması gerekmez miydi?
Neyse...
"Ayhan Çıkın yaklaşık 5 yıldır ışık veren delikanlının kalbiyle aramızda yaşıyor. Tanımaktan gerçekten mutlu olduğum kişilerden biri olarak yaşamımda yer alıyor. Sık sık görüşmesek de bilgisayarla mektuplar gönderiyor. Bildiklerini paylaşıyor" deyip, Cem Canbay için yazdığı şiiri okuyalım:
IŞIK VEREN DELİKANLININ TÜRKÜSÜ
Sanki kendiliğinden oluşmuş, konuşuyormuş gibi yazılmış şiirler toplamıydı Zaman Çiçeği. Sanki kitabı okumuyorsunuz da, tanımadığım şairi yanı başınızda fısıldıyor gibi. Sohbet ediyor gibi.
Sonra kitap üzerine bir yazı yazdım. Bir İstanbul dönüşü, daha kapıdan girmeden, çalan telefonun sesine yetişmek için gösterdiğim telaş. O telaşla kaldırdığım ahizenin karşısındaki Ayhan Çıkın... Duru, heyecanlı sesi. Ve yaşadıkça bitmeyecek bir gönül dostluğunun ilk adımları. Bir de bu konuşmada, kalp nakli olduğunu, bir yıldır başkasının kalbiyle aramızda yaşadığını öğrenmem...
BİLİMİN BİZE ARMAĞANI
Çok geçmeden Bornova'daki evine gittim. Görev yaptığı Ege Üniversitesi'nden dostları da vardı. Doğal olarak şiirden, yaşamdan, sanattan konuştuk. Yaşamının ilginç son 10 yılından söz etti, özetlersek şunları söyledi: "1990 yılından bu yana kalp rahatsızlığım vardı. 8 yıl süren ilaç tedavileri, hastaneler çare olmadı. 2000 yılının Mayıs ayında kalp aranmaya başlandı. Bir türlü bulunamıyordu. Sağlığım çok kötü hale gelmişti. Nefes bile alamıyordum.
İki günlük hayatım kalmışken, bir kavgada ölen Cem Canbay'ın ailesi organlarını bağışladı. Sevineyim mi, üzüleyim mi bilemedim. Çünkü Cem'in çok genç olduğunu öğrendim. İki Mustafalar Prof. Dr. Mustafa Akın hazırladı. Prof. Dr. Mustafa Özbaran Cem'in kalbini bana nakletti. Sonra yaşama döndüm. Yine uzun hastane günlerinden sonra işte aranızdayım. Bilimin yaratıcılığında sizlerleyim."
(O günleri, daha sonra yazdığı bir şiirinde şöyle anlatır:
Yaşadım hayatı güz bahçelerinde
Ölüm nehrinin kenarına güller diktim şarkılardan
Gökyüzünün mavilikleriyle mayaladım karanlıkları
Bir türkü söyler gibi dansettim ölüm sularında
"ne olursa olsun" dedi Mustafalarım
"bu yaşam sürecek"
"saçlarında ozanın gün ışığı eksilmeyecek"
beyinlerindeki bilimin ışığını yüreğime sundular
ölüm nehrine iki gün kala
kara dikenler üzerine ak güller kondurdular
doktorum, doktorlarım, onurlarım benim
kalbimin ustaları Mustafalarım
nasıl söylesem türkülerinizi sizin)
BU ŞİİR KİMİN?
2001 yılındaki o ilk ziyaretimde, bir yıldır kalbini taşıdığı Cem Canbay için bir şiir yazdığını söyledi. "Size okuyayım" dedi. Çok duygulanmıştım. Çünkü böyle bir yaşam öyküsü beni derinden etkilemişti. Dinleyecek halim kalmamıştı. Şakaklarım zonkluyordu. Zorla, "Şu anda olmaz" dedim. "Siz bana gönderin. Kendim okuyayım." Bu görüşmeden birkaç gün sonra Işık Veren Delikanlının Türküsü başlıklı şiirini gönderdi.
(O yıllarda Hürriyet EGE'de haftada bir sanat sayfası hazırlıyordum. Sıradaki ilk sayfada yayınlayacaktım. Ancak nasip olmadı. Bir kaç gün içinde Hürriyet EGE kapandı). Şiiri okuduğumda büyük bir şaşkınlık ve çaresizlik duydum. O güne kadar öğrendiklerim, bildiklerim yıkılmıştı. Çünkü şiir bize yüreğin sesi olarak öğretilmişti, öyle bellemiştik. Peki şimdi bu kimin yüreğinin sesiydi. Yaşamının baharında pis bir kavgada aramızdan ayrılıp giden, giderken de kalbini Ayhan Hoca'ya miras bırakan Cem Canbay'ın yüreğinin sesi mi? Yoksa, ömrünü bilime, aydınlığa, şiire adamış bir duygu bilgesinin bilincinin, beyninin sesi mi? Yani diyeceğim şiir yürekte değil, bilinçte, beyinde mi oluşuyordu? Öyleyse en akıllılar, en zekilerin şair olması gerekmez miydi?
Neyse...
"Ayhan Çıkın yaklaşık 5 yıldır ışık veren delikanlının kalbiyle aramızda yaşıyor. Tanımaktan gerçekten mutlu olduğum kişilerden biri olarak yaşamımda yer alıyor. Sık sık görüşmesek de bilgisayarla mektuplar gönderiyor. Bildiklerini paylaşıyor" deyip, Cem Canbay için yazdığı şiiri okuyalım:
IŞIK VEREN DELİKANLININ TÜRKÜSÜ
Cem Canbay için
"güya ki yaprağın biri
düşmüş de, ağaç
kökünden sarsılmış gibi"
Hilmi YAVUZ
"güya ki yaprağın biri
düşmüş de, ağaç
kökünden sarsılmış gibi"
Hilmi YAVUZ
Coşkulu bir kalabalıkla aşacaksın yeryüzüne
çiçeklerde dolaşan binbir renktir gözlerin
akşam inmiştir gün ışığı pencerene
çocukluğun koşuşturduğu bir avludur yüreğin
dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk
leylaklarda uçuşan kelebekler kadar
suskun ve sessizdir yüreğin
delikanlım
nasıl yazsam şiirini senin?
İşte bıraktın yalnızlığını, öfkeni, sevdalarını
hades'ler seni bekliyor diye korkma
sen de beklenen birisin melekler katında
kendini beklemelisin, beni beklemelisin
çık yer yüzüne, çiçek ol saksılarda, kırlarda
herkesin, illa ki ikimizin yüreği ile
sevdalanmalısın yeniden yaşamlara
delikanlım
nasıl bestelesem şarkını senin?
Doktorlar var kardeşim
bilimin en kuytu kıyılarında
bir ipekböceği gibi dut yaprağına
kalbimin çiçeğini dokumakta
...ve kalbimde sen olmalısın
yedi renkli gökkuşağı örneği
bereketini müjdelemelisin
yağmurlu günlerin
iki bin yılının on altı eylülünde
yeni doğmuş bir bebek gibi
gülümsemelisin dünyaya
delikanlım
nasıl söylesem türkülerini senin?
Şiiri okuduktan sonra Cem Canbay'a ve onun ailesine büyük saygı duydum. Çünkü bu dünyadan ayrılırken, yalnızca Ayhan Çıkın'ın yaşamını sevdiklerine bağışlamakla kalmamış, bu güzel şiirin yazılmasına olanak tanımıştı. İşte bunun için ona ve bağış kararı veren ailesine hep saygı duydum. Çünkü Cem Canbay, Ayhan Çıkın'ın yüreğinde ve şiirinde yaşayan biri değildir artık. Ayhan Çıkın'ın ikinci dönem şairliği diyebileceğimiz ve en güzellerini yazdığı şiirlerinin toplamındadır. Bu şiir yalnızca Ayhan Çıkın ya da Cem Canbay'ın yüreğinin türküsü de değildir. Benim, senin, onun, kim ki okur onların kalbinin sesidir. Bu ortak kalplerin ortak türküsüdür.
BİR DUA GİBİ
Onun içindir ki, artık aramızda olmayan, ancak Ayhan hoca"nın yüreğinde yaşayan Cem Canbay için kalbimin ta derinliklerinden gelen dileklerimle bitiriyorum yazıyı:
Güz geldiğinde hüzünlü bulutların gözyaşları üstüne yağsın. Kış geldiğinde bembeyaz karlar üstüne yağsın. Bahar geldiğinde kuş sesleri ve menekşe kokuları ve dünyanın bütün kır çiçekleri üstüne yağsın. Ve yaz geldiğinde ulu ağaçların serinliği ve pınar sularının berraklığı üstüne yağsın. 4 mevsim ve 7 iklim ve 24 saat, dünyanın bütün ışıkları üstüne yağsın....
çiçeklerde dolaşan binbir renktir gözlerin
akşam inmiştir gün ışığı pencerene
çocukluğun koşuşturduğu bir avludur yüreğin
dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk
leylaklarda uçuşan kelebekler kadar
suskun ve sessizdir yüreğin
delikanlım
nasıl yazsam şiirini senin?
İşte bıraktın yalnızlığını, öfkeni, sevdalarını
hades'ler seni bekliyor diye korkma
sen de beklenen birisin melekler katında
kendini beklemelisin, beni beklemelisin
çık yer yüzüne, çiçek ol saksılarda, kırlarda
herkesin, illa ki ikimizin yüreği ile
sevdalanmalısın yeniden yaşamlara
delikanlım
nasıl bestelesem şarkını senin?
Doktorlar var kardeşim
bilimin en kuytu kıyılarında
bir ipekböceği gibi dut yaprağına
kalbimin çiçeğini dokumakta
...ve kalbimde sen olmalısın
yedi renkli gökkuşağı örneği
bereketini müjdelemelisin
yağmurlu günlerin
iki bin yılının on altı eylülünde
yeni doğmuş bir bebek gibi
gülümsemelisin dünyaya
delikanlım
nasıl söylesem türkülerini senin?
Şiiri okuduktan sonra Cem Canbay'a ve onun ailesine büyük saygı duydum. Çünkü bu dünyadan ayrılırken, yalnızca Ayhan Çıkın'ın yaşamını sevdiklerine bağışlamakla kalmamış, bu güzel şiirin yazılmasına olanak tanımıştı. İşte bunun için ona ve bağış kararı veren ailesine hep saygı duydum. Çünkü Cem Canbay, Ayhan Çıkın'ın yüreğinde ve şiirinde yaşayan biri değildir artık. Ayhan Çıkın'ın ikinci dönem şairliği diyebileceğimiz ve en güzellerini yazdığı şiirlerinin toplamındadır. Bu şiir yalnızca Ayhan Çıkın ya da Cem Canbay'ın yüreğinin türküsü de değildir. Benim, senin, onun, kim ki okur onların kalbinin sesidir. Bu ortak kalplerin ortak türküsüdür.
BİR DUA GİBİ
Onun içindir ki, artık aramızda olmayan, ancak Ayhan hoca"nın yüreğinde yaşayan Cem Canbay için kalbimin ta derinliklerinden gelen dileklerimle bitiriyorum yazıyı:
Güz geldiğinde hüzünlü bulutların gözyaşları üstüne yağsın. Kış geldiğinde bembeyaz karlar üstüne yağsın. Bahar geldiğinde kuş sesleri ve menekşe kokuları ve dünyanın bütün kır çiçekleri üstüne yağsın. Ve yaz geldiğinde ulu ağaçların serinliği ve pınar sularının berraklığı üstüne yağsın. 4 mevsim ve 7 iklim ve 24 saat, dünyanın bütün ışıkları üstüne yağsın....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder