Atila ER
“Şiirin gerçek emekçisi sevgili dost Atila Er’e sevgi ile, şiir ile…” diye not düşmüş, henüz daha mürekkep kokusu dağılmamış ikinci şiir kitabının ilk sayfasına, T.Ayhan Çıkın. Altmış yıllık yaşamın acılarından sağalttığı ve yaşatmağa çabaladığı zaman çiçeklerinin kokusunu devşirmiş şiirlerinde : Biraz yorgun, biraz dingin, biraz kırgın…
O, Şadan Gökovalı’nın dediği gibi “yozmamış bir Anadolu çocuğu, gerçek bir bilim adamı ve has bir şair.”
Sanatsal yaşamını kısaca bir göz attığımızda, ilk şiirlerinin Ege Ekspres gazetesinde yayımlandığını görüyoruz (1960-1970). Ayni dönem içersinde Demokrat İzmir, ve Yeni Asır gibi bölgesel gazetelerde de şiirlerine rastlıyoruz. Ferayi, Mendos, Varlık, Yansıma, Çatlı, Hisar,İmece, Minerva ,Dönemeç,Ortaklaşa, Damla,.. vb. dergilerde de Ayhan Günhan, Tuğhan Ayhan, Aşık Köylü vb. takma adlarla (mahlas) şiirlerini yayımlıyor Ayhan Çıkın.
Bilim alanındaki yoğun çalışmaları onu şiirden birazcık alıkoysa da, aslında onun yüreğinin büyük bir coğrafyasında şiir bahçeleri her dem canlı kalmıştır. İşte bu şiir bahçelerine verdiği değer/emek onun biraz da nesnel anlamdaki - mesleği gereği – tarım bahçelerine verdiği önemden kaynaklanıyor kanımca. O, bir ziraat profesörü. “Çiftçi örgütlenmesi ve Tarımsal Kooperatifçilik” dalında bir uzman bilim adamı. Mesleği ile ilgili bir çok kitabı yayımlanmış : Genel kooperatifçilik, Mikro Ekonomi, Kooperatifleşmenin Tarım İşletmelerine Ekonomik Etkileri, Kırsal Alanlarının Sanayileşmesi ve Kooperatifler, AB’de ve Türkiye’de Tarımsal Kooperatifçilik Hareketleri…vb..dir. 1995’de Fransız Hükümeti tarafından “Fransız Tarım ve Gıda Kalite Plaketi” ile ödüllendirilir. Meslekten emekli olduktan sonra kendini tamamen şiire veren Çıkın’ın çıkınından iki şiir kitabı çıkagelir. İlk şiir kitabının adı : Zaman Çiçeği.
Böylesine önemsediğim bu kısa grizgahtan sonra tekrar onun yeni kitabına dönelim istiyorum .
“ORTAK KALPLER TÜRKÜSÜ”
Güzel bir kitap adı. Ayni zamanda da anlamlı. Bu kitapta yer alan şiirleri okuduğunuz zaman, “anlam” sözcüğüne yüklediğiniz anlamı daha iyi kavrayacaksınız. Kitabına Şükran Kurdakul’un bir şiirinden alıntıyla başlamış Ayhan Çıkın.
“Bir solukta yaşadım ve tükettim tümünü/ Bir solukta gördüm elli üç yılda gördüğümü…/ Sonunda yorgun yürek ‘duy…’ dedi işte,/ Sessiz sedasız gidilecek günü.”
Bu alıntı tesadüfi değil elbet; bilinçli bir seçim.
Hem kitabının içeriği ile örtüşüyor, hem de kendi yaşamındaki gerçeklerle. 2000 yılında geçirmiş olduğu Kalp Nakli ameliyatından sonra yaşama daha bir sıkı sıkıya sarılır şair. Ayni bedende buluşan iki ayrı kalbin ortak türküsü olur bu çığlıklar. Dalga dalga yayılırlar. Ölümle dirim arasındaki bir serenaddır bir bakıma. Dirençtir, sonrasında tutkuya dönüşen. Bir şair yüreği kolayına teslim olmazdı Ölüme, olmadı da… O da şiirleriyle meydan okudu ölüme. “Seni yeneceğim, seni yeneceğim ey kalleş ölüm, bir şiirin direnen dizeleriyle!” dedi ve yengiyi tadan taraf oldu elbet.
İşte şiir bu!..
Direnmek, meydan okumak.
- “Ne adına ?”
barış, özgürlük, demokrasi, yaşam, emek,vb.. daha nice önemli insani değerler adına.
- “Peki neye, kime karşı?”
Elbette bütün insani değerlere gözünü dikmiş, onları yok saymış, bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne geçirmiş insanlık düşmanlarına karşı…
İşte, şiirin en önemli işlevlerinden birisi de, insanları direnmeyi öğretmesidir. Çirkin olan her şeye karşı…
Ayhan Çıkın da bu direnci gösteren namuslu şairlerimizden yalnızca bir tanesidir. Güzel olan da bütün bu hayat kavgasının içerisinde yüzünden hiç eksik olmayan, kendine has gülümsemesidir. Erkin en korktuğu şey budur : en büyük işkenceler karşısında direnen insanın yüzünden eksik olmayan o alaysı tebessüm. Bir anlamda direncin simgesidir o tebessüm.
Ayhan Çıkın, o sözünü ettiğimiz tebessümü bir gülümseme tepesine dönüştürür bir şiirinde:
“… her gece kuşlar şarkılarını/ yıldızların ışıktan telleriyle söylerler/ çiçeklerse gündüzleri/ güneşin rengarenk şarkılarıdır/ gülümsedi çamoluklu çocuk/ hepsini kucaklayarak/ dedi : ‘gülümseme tepesi olduk/’” (sf. 10).
Masalsı bir söylemle oluşturduğu bu şiirini 1979 Mayıs’ında Paris’te kaleme almış Çıkın. Hasretin yüreğinde söylettiği dokunaklı bir ezginin tınıları gibi duruyor kitabının sayfalarında.
Karamsarlığa pirim vermiyor hiç. Şairin dediği gibi, acıyı bal eyleyenlerden O. Gökyüzü ne kadar kara bulutlarla kaplı olsa da, arkasından mutlaka güneşin doğacağına ve mutlu günlerin geleceğine inananlardan. Bu inançla örmüş şiirlerinin ipek kozalarını. En çıkmaz sokaklarda bile mutlaka bir çıkış noktası bulanlardan.
Bütün bu karmaşa dönencesinde, yüreğinin kavga ateşi içersinde yanan bölümüyle zaman zaman tatlı bir çatışkıya (antinomi) girmekte şair. Sevdayı/aşkı asla ötelemiyor. Ve şöyle sesleniyor:
“belki gökyüzü kararır bir gün/ gözlerimizdeki bu mutlu ışık söner/ hep sevdanın saatinde gelirim sana/” (sf. 11).
Yaşamımızda ne çok benzetmeler var; ne çok ‘gibi’ler. Kitaba adını veren “Ortak Kalpler Türküsü” şiirinde Hilmi Yavuz’dan aldığı bir alıntıyla başlamış, cem Canbay’a ithafen : “güya ki yaprağın biri / düşmüşte, ağaç / kökünden sarsılmış gibi/”
Cem Canbay, Ayhan Çıkın’a kalbini bağışlayan insan. Yani şairin ikinci kalbi. Ona yaşam borcu var. O nedenle bu uzun şiirin ilk bölümlerinden itibaren nasıl teşekkür edeceğinin kaygısı içersinde. Minnet duygusuyla şöyle sesleniyor Çıkın:
“coşkun bir kahkahayla aşacaksın yeryüzünü/ çiçeklerde dolaşan binbir renktir gözlerin/ akşamdır, inmiştir gün ışığı pencerene/ çocukluğunun koşuşturduğu bir avludur yüreğin/ dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk/ leylaklarda uçuşan kelebekler kadar/ suskun ve sessizdir yüreğin/ delikanlım/ nasıl yazsam şiirini senin/” (sf. 12).
Şiirlerinin adlarını bir türkü tadıyla kurgulamış şair. İşte birkaç örnek:
- Ortak Kalpler Türküsü - Işığı Beyinlerinde Taşıyanların Türküsü - Işık Saçlı Kadınların Türküsü - Ayışığı Kadının Türküsü - Ayışığı Kızların Türküsü - Yalnız Yüreğin Türküsü
Türküleri, Anadolu kültürünün vazgeçilmez bir ürünü, bir örneği olarak aldığımızda, bir anlamda da Anadolu insanının doğal bir aynası olarak gördüğümüzde, nasıl bir ışıkla yüreklerimizi taçlandırdığını anlamak zor olmasa gerek. Ayhan Çıkın da şiirlerine türkü tadı serpiştirdiğinden olacak ki, buram buram toprak, ben, sen ve biz kokuyor. Biraz daha ‘biz’, biraz daha ‘insan’ kalalım diye.
Birçok şiirine önemli şairlerimizden yaptığı alıntılarla başlamış Ayhan Çıkın. Bir anlamda vefa örneği göstermiş. İşte bir Necati Cumalı, M. Niyazi Akıncıoğlu, Kemal Özer, Hilmi Yavuz bunlardan bazıları.
Yazımızın başında da değindiğim gibi, Ayhan Çıkın’ın 2000 yılında geçirdiği Kalp Nakli ameliyatından sonra yaşamla şakalaşmasının sonucu ortaya koyduğu “minnet”e dayalı şiirlerdir bu.
“Işık Saçlı Kadınların Türküsü” başlıklı şiirine E.Ü.Tıp Fakültesi Kardiyoloji ve Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı hemşireleri için kaleme almış:
“…Bir avuç sevgi toplasam seslerinizden/ Kalp ağrılarım dağılır gider bakışlarınızda/ Bir demet buğday olsam avuçlarınızda/ Buğday tenli başak saçlı kadınlarımız/ Avuçları umar taşıyan bacılarımız/ Nasıl bestelesem şarkılarınızı sizin ?/” (Sf. 17).
Bu türkülü şiirlerin bir ortak yanı da, her bölümünün son dizesinin “nasıl?” sorusuyla oluşan anlatamama kaygısının getirdiği bir iç çözülme söz konusu. Farklı pencereden baktığımızda bunu bir pekiştirici özellik olarak da algılayabiliriz. Örneğin “Nasıl söylesem türkülerinizi sizin?”, “Nasıl bestelesem şarkılarınızı sizin ?” vb. gibi, biraz da mütevazilik çerçevesi içerisinde değerlendirilen minnet dizeleri bunlar.
“Haydaroluk”, “Köprü”, “Mevsimler”, vb.. gibi kitabın bir bölümüne serpiştirilmiş pastoral şiirlerde hemen göze çarpıyor. Bir köylü çocuğunun bir zamanlar çobanlık da yapmış bir insanın kent yaşamı içerisindeki yalnızlığından kurtulup sığınmak istediği çocukluğundan birkaç kare fotoğraf olarak söz edebiliriz bunlardan.
“O uçan keklikler, karatavuklar, bıldırcınlar/ O kuş dilini konuşan sincap mıdır dallarda?/ Yapraklarından süzülüp gelen ışıklar/ Çiçeklerin gülümsemesi mi kırlarda?” (Sf. 28).
Ayhan Çıkın, şiire sarıldığı anlar ne kadar mutlu olursa olsun, zaman zaman serzenişlerde de bulunuyor. Ruhsal değişimler yaşıyor adeta. “…Yazılır mı ödünç kalple sevda şiirleri?/ Nerede o eski yürek?../ Yaşanır mı o güzel anlar?” (sf. 35).
Emek tandanslı bir düşüncenin şairi Çıkın. “Ey Emek” başlıklı şiirinde alın terinin ışığıyla besliyor dizelerini. Şöyle bir silkinip yeniden ayağa kalkmanın direncini imliyor.
“Yarattığın sermayenin hükmü sürüyor tahtında/ Kaybolan iklimlerine sığınıyorsun tarihin/ Fırlatıp gökyüzüne zincirlerini esaretin/ Terli bedenin olgun meyvelerini toplayıp/ Yeniden paylaşımın şiirini yazmalısın bahtında./” (Sf. 38).
Yaşadığı kenti de unutmamış şair. Güzelliğiyle, tarihi, kültürel dokusuyla, emek eksenli bir şehir olmasıyla İzmir’i bir bütün içinde değerlendirmiş.
“…Kordon’da kan içiyordu bilisizler/ bütün korkular Konak Meydanı’ndaydı/ Toplanmışlardı İlkkurşun Anıtının altında/ Emperyalist bir askerin öyküsünü dinliyorlardı”(Sf. 46).
İzmir’i şiirleştiren Çıkın, doyduğu yerlerden çıkıp, bu kez de doğduğu yerleri içselleştiriyor. “Köy” gerçeği/olgusu onun belleğinde her zaman flu bir dağ yamacı gibi sisli ve acılıdır. Acının, sıkıntının, yokluğun beslediği yoksulluktur aslında. Çekilenler, katlanılanlardır. Dert küpüdür. Hiç unutamadığı ve tazeliğini koruyarak bugünlere taşıdığı göçmen bir kuştur. Hercai bir akşamda çıkagelir usuna. Mavi bir yağmur bulutu başlar yüreğinden akmağa. Sus pus olur gözleri.
“…bu yaşam/ bu köycül yaşam/ bu serüven/ sırtımızda bunca yıl/ biz bizeyiz/ geleceğimiz uzaklarda değil/ avuçlarımızda/” (Sf. 60).
Avuçlarından kalkan güvercinler, çığlık çığlığa kanat çırpar yepyeni güzelliklere. Mağaralara sığınır çığlıkların sessizliği. Anlamını çözmeğe çalışır hattat, hiç görmediği, bilmediği dilin resimsel zenginliğini. Hüzünlerini mağara duvarlarına nakış nakış işleyen asık suratlı insanların talihsizliklerine hayıflanır. Ve der ki:
“kulaklarımızdaydı yüzyılların korkunç çığlıkları/ mağaralara gömülüyor umutlar gece yarılarında/ sabahlardaydı karanlıklar yıllar boyu/ beyaz değildi çizgiler alın yazılarımızda” (Sf. 61).
Daha gün doğmadan merhabalaşır. Ege denilince hemen akla geliveren tütün de, o an filizleniverir dizelerinin arasından Ayhan Çıkın şiirlerinin. Zifti bir tada dönüşür damağımızda. Açılır rengi yüreğimizin her tütün kırımında. Tütün ekspresinin iki dudağı arasında buruşur yüzlerimiz. Gelecek yılın sancısı başlar sonra…
“…yapış yapış tütün akmaları ellerimde/ hastalıklarımda kinin diye yutacağım/ bir hasır...toprakta biraz kestireceğim/ biraz yıldızlarda yaşayacağım/ gerçeklerden uzaklaşarak” (Sf. 65).
“Tükeniş” şiirinde yerel ağzı/şiveyi kullanmış Çıkın. Farklı bir çeşni yaratmış bu, şiir kitabında.
“…duyuramıyok oğul/ duyuramıyok sesimizi hökümata/ diyordu ihtiyar bir adam” (Sf. 74).
“Çocukluk Arkadaşı” adlı şiiri, öykü şiir ya da düzyazı şiir diyebileceğimiz bir tarzda yazılmış. Sözünü ettiğimiz bütün bu şiir çeşnisini bir arayış, bir dokunuş olarak algılamalıyız. Bu denemeler neticesinde kendi poetikasını oluşturacaktır Ayhan Çıkın.
Kitabın son şiiri “Sarı Nergis” kısa bir beşlikten oluşuyor.
“bahçede eylül hüznüdür bakışları/ ilk yağmurlarda açar gözlerini yaşama/ gelecek hoyrat günleri çağrıştırır rengi/ nasıl anlatsam yeni yüreğimi gözlerini / eski kalbimle kaybolup gidenleri” (sf. 82).
Özcesi;
Ayhan Çıkın, eski kalbiyle yeni kalbi arasında kurduğu dostluğun ürünleri noktasında bu şiirlerini oluşturmuş, ağırlıklı olarak. Onun bu kitabında çatışmalarla çakışmaları bir arada yaşayacaksınız. Her şeyden önemlisi de kendinizi bulacaksınız Ayhan Çıkın şiirlerinin satır aralarında. Size önerim şu : Bu kitabı alın okuyun; bana hak vereceksiniz. (Ortak Kalpler Türküsü, Nisan 2005, Papirüs Yayınları).
Atila Er, “Ortak Kalpler Türküsü”, Çalı Kültür Sanat Dergisi, Sayı: 84, Temmuz – Ağustos 2006, Konya, s.15-17.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder