12 Mayıs 2012 Cumartesi

YORGUN PROFESÖRÜN GENÇ YÜREĞİ*


Ölüme iki gün kala 23 yaşındaki bir gençten sağlanan kalp nakliyle yaşama yeniden merhaba diyen Prof. Dr. Çıkın, 56 yaşında serüvene devam ediyor. Gazetemizin Genç Kalemler Bölümü'ne şiir gönderen Çıkın, "Aslında hem gencim hem yaşlı" diyor.

OZAN YAYMAN
İZMİR-  23 yaşındaki bir gencin kalbiyle yeniden yaşama dönen Ayhan Çıkın, kalbinin Türkiye ve insanları uğruna yorulduğunu belirtiyor. Yeni yaşamını şiirlerle donatan Çıkın, “O çocuk bana bir kalp verdi, ben o kalbi sevgiyle bezeyerek çoğaltıyorum” diyor.
Edip Cansever'in şiiri gibi:
``Sana bir karanfil verdim/Sen onu bir başkasına/Derken karanfil elden ele''.

Ayhan Çıkın'ın öyküsü bu şiirin yansıması. Ona bir kalp verdiler, o, çarpan kalbin heyecanını pek çok insana ulaştırmak için yeni bir söz verdi.Sözünün öncesinde de, aynı heyecanları yaşadığını söylüyor Çıkın. Ama bir şeyi eklemeden geçemiyor:
``Kalp nakli iki gün daha gecikseydi şu an yaşamıyordum. Yeniden doğmuş gibiyim. Yaşamın kıymetini benim kadar bilecek kaç insan var ki?''
Bunları söyleyen Çıkın yaşadığı çelişkiyi aktarmadan geçemiyor:
``Yeniden doğmak çok güzel bir şey. 23 yaşında bir gencin kalbinin üzerinde yaşamak biraz üzüyor. Bir kurşuna geleceğini veren genç, beni yaşatan. Ağır bir şey bunu bilmek. Çelişkiler içindeyim. O olsaydı, ben şu an olmayacaktım diyorum. Ve “Cem hayatta ne yapmak istiyordu” diyorum. Bunun peşine düşeceğim. Ama henüz cesaretim yok. Bir şeyi biliyorum ki, sorumluluğum bir kat daha arttı''.
Gazetemizin “Genç Şairler” adlı köşesine
bir şiir yolluyor, 1946 doğumlu Ayhan Çıkın. Ardından ekliyor: ``Bu, genç şairler için ayrılan bir köşe” yanıtını aldım. Ben de, “23 yaşında bir kalbi yaşattığımı” söyledim. “İlgi çekti sanırım ki, sen buradasın.”

Ayhan Çıkın'a kalbini veren gencin ismi Cem Canbay. Dört yıl birlikte yaşadığı K. K.’dan ayrıldıktan sonra kadınının kardeşi tarafından başından kurşunlanarak hayata veda ediyor. Ardından, ailesinin isteğiyle organları bağışlanıyor ve kalp yetmezliği çeken Ayhan Çıkın'a, yeni bir hayat oluyor...
1980'li yılların sonunda başlayan kalp rahatsızlığı Çıkın'ı pek çok kez krizlerle karşı karşıya bırakmış. 1992 yılında kalp nakli teşhisi konuluyor ama o yıllarda Türkiye'de mümkün değil. Sonunda hastane süreci başlıyor. 2000 yılının Mart ayında sürekli olarak hastanede yatmaya başladığını söylüyor Çıkın, bir yıla yakın kalp beklediğini kaydederek, “Derken 2000'in Eylül ayına geldik. 16 Eylül kalp naklimin olduğu gündür. 2 gün daha bulunamasaydı yaşamıyordum. Dostlar söyledi bunu.”

Genç Şairler köşesine yolladığı şiir de Cem'e ithaf: Şiirin adı, “Işık Veren Delikanlının Türküsü”:
Coşkulu bir kahkahayla aşacaksın yeryüzünü”
diyerek başlıyor türkü ve:

“çiçeklerde dolaşan binbir renktir gözlerin/akşamdır,inmiştir günışığı pencerene/ çocukluğun koşuşturduğu bir avludur yüreğin/dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk/leylaklarda uçuşan kelebekler kadar/ suskun ve sessizdir yüreğin/ delikanlım/nasıl yazsam şiirini senin?

İşte bıraktın yalnızlığını, öfkeni, sevdalarını/hades'ler seni bekliyor diye korkma/sen de beklenen birisin melekler katında/kendini beklemelisin, beni beklemelisin/çık yeryüzüne, çiçek ol saksılarda, kırlarda/herkesin, ama illa ikimizin yüreği ile/ sevdalanmalısın yeniden yaşamlara/delikanlım/nasıl bestelesem şarkılarını senin?

Doktorlar var kardeşim/ bilimin en kuytu kıyılarında/bir ipekböceği gibi dut yaprağına/kalbimin çiçeğini dokumakta/... ve kalbimde sen olmalısın/yedi renkli gökkuşağı örneği/bereketini müjdelemelisin/ yağmurlu günlerin/ikibin yılının onaltı eylülünde/yeni doğmuş bir bebek gibi/gülümsemelisin dünyaya/delikanlım/nasıl söylesem türkülerini senin?”


Ayhan Çıkın, kırsal kökenli. Muğla'nın köylerinde büyüdüğünü söylüyor. Üniversiteye kadar Muğla'da yaşıyor. Ardından Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nde başlayan öğrencilik yılları ve aynı üniversitede profesörlüğe ulaşan çizgisi.
Akademisyenlik yıllarıyla birlikte 1960’lı ve 1970'li yıllarda Ege Bölgesi'ndeki köylülerin kooperatif çatısı altında birleşmeleri için mücadele ettiğini söylüyor. Ege'deki hemen
tüm köyleri sosyalizm idealiyle örgütlediğini söylüyor hem de sıkı bir Marksist olduğunu.
``Kalbin neden yoruldu dersen?''  diye başlaşıp,68'li vurgusunu yapıyor. ``Kalbim bundan ötürü yoruldu''  diyor. O yıllarda eşit, üreten ve paylaşan bir toplumun özlemini hissettiklerini vurgulayarak, “Ne var ki, daha güzel bir dünya düşlerken, payımıza hep acı düştü'' diyor. Çıkın, sürekli olarak komünist damgasıyla yaşadıklarını söyleyerek, “12 Mart'ta da, 12 Eylül'de de çok büyük sıkıntılar çektik. Gencecik insanlar, bu ülke için çok şey verebilecek insanlar yok edildi, ezildi. Birçokları heyecanlarının bedelini canlarıyla ödedi. Ben ve benim gibi niceleri de, bedenindeki tahribatlarla''  görüşlerine yer
veriyor.(Solcu) Komünist damgalı yıllardan söz açılınca büyük bir heyecanla anlatıyor:
``1970'li ve 1980'li yıllar büyük bir baskı dönemiydi. Solculuk, komünizmle eş anlamlı algılanıyordu egemen güçlerce. Türkiye'nin bugünkü sıkıntılarının temelinde yurtsever
gençlerin yok edilmek istenmesi yatıyor. Hala dışarıdan bir şeyler bekleniyorsa nedeni pırıl pırıl genç insanların ezilmesi ve onlara söz hakkı verilmemesidir. Suçlu bir toplum yaratıldı(!). Gençlerin sırtından bu ağır yükü kim kaldıracak ?'' diye soruyor.
``Kalbim yine çarpıyor/Kalbim yine çarpacak''. diyerek başlıyor heyecanını yansıtmaya:
``Henüz köylülüğü aşamadığımız bir toplumda işçi, sanayi programlarını uygulamanız mümkün değil. Bunlar bir evrimin parçaları. Batı tipi demokrasi kuracaksanız, köylülüğü aşmanız gerekir. Türkiye hala kırsal toplum özelliğini üzerinden atamadı. Dünya çok hızlı değişiyor. Teknolojik gelişim öyle bir hal aldı ki !?''
1930'lu yılların, modern Türk insanını yaratma sürecinin başlangıcı olduğunu dile getiriyor. ``Atatürk'ün başını çektiği mücadele bu uğurda verildi'' diyor. Cumhuriyetin kazanımlarının yeterince korunamadığını vurgulayarak, ``Biz bir yana  laik eğitimi koymuşuz, bir yana da din eğitimini öne çıkaran okullar açmışız'' diyor. Bu tutumun kamplaşmaları beraberinde getirdiğini söylüyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki eğitim felsefesinin günümüze kadar taşınamadığını belirterek, ``Başarabilseydik her şey daha farklı olurdu'' diyor. Türkiye'nin öz değerlerini işleyemediğini söyleyen Çıkın, ``Dışarıyla bir yere kadar. Kendi değerlerimizle bir yerlere varmalıyız. Kendi dinamiklerimizi harekete geçirmeli ve üretmeliyiz''  diye konuşuyor. Yapılması gerekenin yabancılar gelmeden sorunların çözümünü sağlamak olduğunu vurguluyor. ``Onlara fırsat vermeden
kendimiz almalıyız kararlarımızı. Onlar, bizim en sıkışık anımızda geliyorlar. Fırsat vermemeliyiz'' diyor.

Türkiye üzerine anlatacakları bitecek gibi değil.
``Bu kalp sadece ülke sorunları için yorulmaz. Kimler için attı?'' sorusuna yanıtı, kısa ve net:
``Eşim için.''
Başka heyecanlar yok muydu?'' merakına yansıttığı, sadece bir tebessüm.

Hastanede yattığı günlerde ölümü soluduğunu da sözlerine ekliyor.
``O süreçte yani ölüm sürecinde pek çok şeyle yüzleştim,sorgulamasını yaptım. Ailemle, mesleğimle,arkadaşlarımla,ideolojimle.Sorgulamalarımın tümünden rahat çıktım'' diyor.
Adeta, gittiğini ve geldiğini söylüyor. Ama yine de vurgulamadan edemiyor:
``Ölümle yüz yüzeydim. Yine de hiçbir yere gitmedim. Yine sosyalistim, yine halktan, haklıdan ve bilimsel düşünceden  yanayım. Düşünsel ve ideolojik olarak olduğum yerdeyim.”
Sorgulamalarından birisinin de, Atatürk olduğunu kaydederek, ``Çağdaş Türkiye'nin mimarı o ve arkadaşlarıdır'' diyor.
Kalbinin şimdilerde saat gibi işlediğini söylüyor Çıkın. Önceki kalbinin son dönemlerinde çok hırçın olduğunu kaydediyor. Yeniden doğmanın hazzından söz ediyor.
``Yaşamak güzel şey be kardeşim'' diyerek.
Kendisinin ve tüm aile fertlerinin organlarını bağışladığını da eklemeyi unutmuyor.


---------------------------------
(*)  Bu röportajın  özeti  16 Ocak 2002  tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin 3. sayfasında yayınlandı.

YARINLAR DAHA DA GÜZEL

-          Sayın Ayhan Çıkın’a sevgiyle –

 “insan çiçek
  insan yaprak
  kökleri suyu arayan güz ağaçlarında dal ucu
  alacaklıyız yaşamdan
  uyanmalıyız çok yere
  yeşerip te her mevsim yeniden
  gülümsemeliyiz göklere”


                                 Bahri Karaduman
                                   İzmir, 16 Eylül 2002

gönülden özlersen eğer
bilirsen çağırmasını
masmavi gökyüzü oradadır
gelir


masallarda değildir her güzel şey
belki yanında yanı başında durur
boynu bükük bir çiçek
su vermeni konuşmanı bekler
güler yüzün canlandırır onu


yollar hep gurbet değildir
en umulmadık anda buluşturur
sevgileri sevgilileri
yaşanmamış güne saklanır güzellik


özlersen gönülden esenliği
çağırmasını bilirsen eğer
güz yağmurları göklerdedir
mutlaka gelir

Nice yıllar dileğiyle saygılar...

Bahri Karaduman
İzmir, 12 Eylül 2004

YALNIZ AKKAYA

-Ağabeyim Ayhan ÇIKIN için –
Akkaya’nın tepesinde 
Güneş erken batarmış.
Eteğindeki bağlar,
Birbirine bakar..bakarmış.
Kiraz bahçeleri,
Sessizliğe ağlar,
Yanında akan sular
Bir çıkar..bir batarmış.
Ben akkaya’nın gölgesiyim.
Bağım şaraba hasret,
Suyum bakana.
Taşlı yolum gelip te  kaçmayana,
Ocağım ateş...
Dumanım alev ister.
Şu kısacık ömür,
Bir avuç sevgi ister.
Ben akkaya’nın soluğuyum.
Büyük ceviz ağacı,
Yuvamın nişanesi.
Bahçedeki demir kapı mı ?
Kır kilidi, gir içeri.
 
                 Ufuk EGÜZ
                                  İzmir, 2002

KOCA YÜREKLİ ADAM

Koca yürekli bir adam onun adı
Kalbi iki atan üç coşan
Sevgiyi seven, ikiz yürekli bir adamdı O,
İki dünyanın insanıydı O,
Ayni anda hem giden hem kalan
Direnmiş başında dolanan meleklere
Gidin!.. şu an değil, sonra demiş
Dağlara yağmış kar gibidir senin başın
Anamın açtığı yufka gibidir senin hali ruhiyatın
Şeffafsın, yalınsın, biraz da komik, çok duygusalsın
Sen büyüklerin ustası, küçüklerin yoldaşısın
Gökyüzü çok aydınlıktı o gün
Ağaçlar konuşuyor
Böcekler koklaşıyordu
Duydunuz mu toprağın babası dönmüş diyorlardı
Bütün canlılar canına
İnsanlar can dostuna kavuşmuştu
Sen bir mucizesin sen bir armağansın
Sen hepimizin çok sevdiği
Koca yürekli bir babasın
Rahmet olsun babana
Baban  taşıdı kanatlarında seni dünyaya

E.K. 
Ocak 2006, Turgutlu

BİR YUDUM SEVGİ


Bir yudum sevgi mi ?
                      dileğin
                       bilmeyene
Bir yudum nefes mi ?
                       istediğin
                       görmeyene
Gönlüne bak
           topladığın kır çiçeklerine
           koparıp atmak için çırpındığın
           savurmak
           sonsuza dek

Kara bulutlar senin değil
         azığını çıkınını açtığın
         gönlü güzel
             ufku ışık yılı
             yolu aydınlık
                       insanlar
                               senin

                       Ali  CENGİZ
                          Emekli Hava Albayı
                                               Dikili, 15 Temmuz 2001

İSİMSİZ EYLÜL ŞİİRLERİ


Eylüldür uzun ve yorgun saçlarıyla gelir
Kaç şımarık ağustos koşmuştur peşinden
Solgun güzelliğinden bin aşiftelik dökülür
Zamandır kayıp giden gönlünün ortasından
Eylüldür birden perilerin üşür


Hangi sevda düşmez ki aklına onca  yıldan
Yeni yeni çatlarken içinde tomurcuklar
Aysel mi, Perihan mı,Nalan’sa unutma ha
Kimi uykular yoldurtmuştur kimi sancı şuranda hala
Eylüldür birden anıların üşür


Sıra sıra, çanta çanta  sararmış kitapların
Hangi dersten ikmal, hangisinden kalmıştın
Kimi kızgın, hiddetli kimi okşar gülmeni
Serin bir gölgelikte mi yatıyor hocaların
Yaşıyor mu yoksa ortasında sararmış bir fotoğrafın
Eylüldür birden kitapların üşür


Sıradan değil   artık aldığın her nefes
Söylediğin her şarkı sıradan değil
Elini bıraktılar çoktan düşlerin ürperir
Sen kaçsan da peşinden sevda’nın saçları gelir
Eylüldür birden şakakların üşür


Çoktan çekildi el ayak, boşaldı sokakların
Bütün tenha meyhaneler, kadehler çoktan yarım
Hadi sen tut ellerinden yaşanmış anıların
Bir gül dökümü öyküsü ser eteklerine sultanının
Desem, eylüldür birden başakların üşür
                             
                                                         Onur ŞENLİ

Ortak Kalpler Türküsü/T. Ayhan ÇIKIN

Atila ER
Şiirin gerçek emekçisi sevgili dost Atila Er’e sevgi ile, şiir ile…” diye not düşmüş, henüz daha mürekkep kokusu dağılmamış ikinci şiir kitabının ilk sayfasına, T.Ayhan Çıkın. Altmış yıllık yaşamın acılarından sağalttığı ve yaşatmağa çabaladığı zaman çiçeklerinin kokusunu devşirmiş şiirlerinde : Biraz yorgun, biraz dingin, biraz kırgın…
O, Şadan Gökovalı’nın dediği gibi “yozmamış bir Anadolu çocuğu, gerçek bir bilim adamı ve has bir şair.”
Sanatsal yaşamını kısaca bir göz attığımızda, ilk şiirlerinin Ege Ekspres gazetesinde yayımlandığını görüyoruz (1960-1970). Ayni dönem içersinde Demokrat İzmir, ve Yeni Asır gibi bölgesel gazetelerde de şiirlerine rastlıyoruz. Ferayi, Mendos, Varlık, Yansıma, Çatlı, Hisar,İmece, Minerva ,Dönemeç,Ortaklaşa, Damla,.. vb.  dergilerde de Ayhan Günhan, Tuğhan Ayhan, Aşık Köylü vb. takma adlarla (mahlas) şiirlerini yayımlıyor Ayhan Çıkın.
Bilim alanındaki yoğun çalışmaları onu şiirden birazcık alıkoysa da, aslında onun yüreğinin  büyük bir coğrafyasında şiir bahçeleri her dem canlı kalmıştır. İşte bu şiir bahçelerine verdiği değer/emek  onun biraz da nesnel anlamdaki  - mesleği gereği – tarım bahçelerine verdiği önemden kaynaklanıyor kanımca. O, bir ziraat profesörü. “Çiftçi örgütlenmesi  ve Tarımsal Kooperatifçilik” dalında bir uzman bilim adamı. Mesleği ile ilgili bir çok kitabı yayımlanmış : Genel kooperatifçilik, Mikro Ekonomi, Kooperatifleşmenin Tarım İşletmelerine Ekonomik Etkileri, Kırsal Alanlarının Sanayileşmesi ve Kooperatifler, AB’de ve Türkiye’de Tarımsal Kooperatifçilik Hareketleri…vb..dir. 1995’de Fransız Hükümeti tarafından “Fransız Tarım ve Gıda Kalite Plaketi” ile ödüllendirilir.  Meslekten emekli olduktan sonra kendini tamamen şiire veren Çıkın’ın çıkınından iki şiir kitabı çıkagelir. İlk şiir kitabının adı : Zaman Çiçeği.
Böylesine önemsediğim bu kısa grizgahtan sonra tekrar onun yeni kitabına dönelim istiyorum .

“ORTAK KALPLER TÜRKÜSÜ”

Güzel bir kitap adı. Ayni zamanda da anlamlı. Bu kitapta yer alan şiirleri okuduğunuz zaman, “anlam”  sözcüğüne yüklediğiniz anlamı daha iyi kavrayacaksınız. Kitabına Şükran Kurdakul’un bir şiirinden alıntıyla başlamış Ayhan Çıkın.
“Bir solukta yaşadım ve tükettim tümünü/ Bir solukta gördüm elli üç yılda gördüğümü…/ Sonunda yorgun yürek ‘duy…’ dedi işte,/ Sessiz sedasız gidilecek günü.”
Bu alıntı tesadüfi değil elbet; bilinçli bir seçim.
Hem kitabının içeriği ile örtüşüyor, hem de kendi yaşamındaki gerçeklerle. 2000 yılında geçirmiş olduğu Kalp Nakli ameliyatından sonra yaşama daha bir sıkı sıkıya sarılır şair. Ayni bedende buluşan  iki ayrı kalbin ortak türküsü olur bu çığlıklar. Dalga dalga yayılırlar. Ölümle dirim arasındaki bir serenaddır bir bakıma. Dirençtir, sonrasında tutkuya dönüşen. Bir şair yüreği kolayına teslim olmazdı Ölüme, olmadı da… O da şiirleriyle meydan okudu ölüme. “Seni yeneceğim, seni yeneceğim ey kalleş ölüm,  bir şiirin direnen dizeleriyle!”  dedi ve yengiyi tadan taraf oldu elbet.
İşte şiir bu!..
Direnmek, meydan okumak.
-          “Ne adına ?”
barış, özgürlük, demokrasi, yaşam, emek,vb.. daha nice önemli insani değerler adına.
-          “Peki neye, kime karşı?”
Elbette bütün insani değerlere gözünü dikmiş, onları yok saymış, bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne geçirmiş insanlık düşmanlarına karşı…
İşte, şiirin en önemli işlevlerinden birisi de, insanları direnmeyi öğretmesidir. Çirkin olan her şeye karşı…
Ayhan Çıkın da bu direnci gösteren namuslu şairlerimizden yalnızca bir tanesidir. Güzel olan da bütün bu hayat kavgasının içerisinde yüzünden hiç eksik olmayan, kendine has gülümsemesidir. Erkin en korktuğu şey budur : en büyük işkenceler karşısında direnen insanın yüzünden eksik olmayan o alaysı tebessüm. Bir anlamda direncin simgesidir o tebessüm.
Ayhan Çıkın, o sözünü ettiğimiz tebessümü bir gülümseme tepesine dönüştürür bir şiirinde:
“… her gece kuşlar şarkılarını/ yıldızların ışıktan telleriyle söylerler/ çiçeklerse gündüzleri/ güneşin rengarenk şarkılarıdır/ gülümsedi çamoluklu çocuk/ hepsini kucaklayarak/ dedi : ‘gülümseme tepesi olduk/’” (sf. 10).
Masalsı bir söylemle oluşturduğu bu şiirini 1979 Mayıs’ında Paris’te kaleme almış Çıkın. Hasretin yüreğinde söylettiği dokunaklı bir ezginin tınıları gibi duruyor kitabının sayfalarında.
Karamsarlığa pirim vermiyor hiç. Şairin dediği gibi, acıyı bal eyleyenlerden O. Gökyüzü ne kadar kara bulutlarla kaplı olsa da, arkasından  mutlaka güneşin doğacağına ve mutlu günlerin geleceğine inananlardan. Bu inançla örmüş şiirlerinin ipek kozalarını. En çıkmaz sokaklarda bile mutlaka bir çıkış noktası bulanlardan.
Bütün bu karmaşa dönencesinde, yüreğinin kavga ateşi içersinde yanan bölümüyle zaman zaman  tatlı bir çatışkıya (antinomi) girmekte şair. Sevdayı/aşkı asla ötelemiyor. Ve şöyle sesleniyor:
“belki gökyüzü kararır bir  gün/ gözlerimizdeki bu mutlu ışık söner/ hep sevdanın saatinde gelirim sana/” (sf. 11).
Yaşamımızda ne çok benzetmeler var; ne çok ‘gibi’ler. Kitaba adını veren “Ortak Kalpler Türküsü” şiirinde Hilmi Yavuz’dan aldığı bir alıntıyla başlamış, cem Canbay’a ithafen : “güya ki yaprağın biri / düşmüşte, ağaç / kökünden sarsılmış gibi/”
Cem Canbay, Ayhan Çıkın’a kalbini bağışlayan insan. Yani şairin ikinci kalbi. Ona yaşam borcu var. O nedenle bu uzun şiirin ilk bölümlerinden itibaren nasıl teşekkür edeceğinin kaygısı içersinde. Minnet duygusuyla şöyle sesleniyor Çıkın:
“coşkun bir kahkahayla aşacaksın yeryüzünü/ çiçeklerde dolaşan binbir  renktir gözlerin/ akşamdır, inmiştir gün ışığı pencerene/ çocukluğunun koşuşturduğu bir avludur yüreğin/ dilsiz, ama gülmesini bilen bir çocuk/ leylaklarda uçuşan kelebekler kadar/ suskun ve sessizdir yüreğin/ delikanlım/ nasıl yazsam şiirini senin/” (sf. 12).
Şiirlerinin adlarını bir türkü tadıyla kurgulamış şair. İşte birkaç örnek:
-          Ortak Kalpler Türküsü -          Işığı Beyinlerinde Taşıyanların Türküsü -          Işık Saçlı Kadınların Türküsü -          Ayışığı Kadının Türküsü -          Ayışığı Kızların Türküsü -          Yalnız Yüreğin Türküsü 
Türküleri, Anadolu kültürünün vazgeçilmez bir ürünü, bir örneği olarak aldığımızda, bir anlamda da Anadolu insanının doğal bir aynası olarak gördüğümüzde, nasıl bir ışıkla yüreklerimizi taçlandırdığını anlamak zor olmasa gerek. Ayhan Çıkın da şiirlerine türkü tadı serpiştirdiğinden olacak ki, buram buram toprak, ben, sen ve biz kokuyor. Biraz daha ‘biz’, biraz daha ‘insan’ kalalım diye.
Birçok şiirine önemli şairlerimizden yaptığı alıntılarla başlamış Ayhan Çıkın. Bir anlamda vefa örneği göstermiş. İşte bir Necati Cumalı, M. Niyazi Akıncıoğlu, Kemal Özer, Hilmi Yavuz bunlardan bazıları.
Yazımızın başında da değindiğim gibi, Ayhan Çıkın’ın 2000 yılında geçirdiği Kalp Nakli ameliyatından sonra yaşamla şakalaşmasının sonucu ortaya koyduğu “minnet”e dayalı şiirlerdir bu.
Işık Saçlı Kadınların Türküsü”  başlıklı şiirine E.Ü.Tıp Fakültesi Kardiyoloji ve Kalp-Damar Cerrahisi Anabilim Dalı hemşireleri için kaleme almış:
“…Bir avuç sevgi toplasam seslerinizden/ Kalp ağrılarım dağılır gider bakışlarınızda/ Bir demet buğday olsam avuçlarınızda/ Buğday tenli başak saçlı kadınlarımız/ Avuçları umar taşıyan bacılarımız/ Nasıl bestelesem şarkılarınızı sizin ?/” (Sf. 17).
Bu türkülü şiirlerin bir ortak yanı da, her bölümünün son dizesinin “nasıl?” sorusuyla oluşan anlatamama kaygısının getirdiği  bir iç çözülme söz konusu. Farklı pencereden baktığımızda bunu bir pekiştirici özellik olarak da algılayabiliriz.  Örneğin “Nasıl söylesem türkülerinizi sizin?”,Nasıl bestelesem şarkılarınızı sizin ?” vb. gibi, biraz da mütevazilik çerçevesi içerisinde değerlendirilen minnet dizeleri bunlar.
“Haydaroluk”, “Köprü”, “Mevsimler”, vb.. gibi kitabın bir bölümüne serpiştirilmiş  pastoral şiirlerde hemen göze çarpıyor. Bir köylü çocuğunun bir zamanlar çobanlık da yapmış bir insanın kent yaşamı içerisindeki  yalnızlığından kurtulup sığınmak istediği çocukluğundan birkaç kare fotoğraf olarak  söz edebiliriz bunlardan.
“O  uçan keklikler, karatavuklar, bıldırcınlar/ O kuş dilini konuşan sincap mıdır dallarda?/ Yapraklarından süzülüp gelen ışıklar/ Çiçeklerin gülümsemesi mi kırlarda?” (Sf. 28).
Ayhan Çıkın, şiire sarıldığı anlar ne kadar mutlu olursa olsun, zaman zaman serzenişlerde de bulunuyor. Ruhsal değişimler yaşıyor adeta. “…Yazılır mı ödünç kalple sevda şiirleri?/ Nerede o eski yürek?../ Yaşanır mı o güzel anlar?” (sf. 35).
Emek tandanslı bir düşüncenin şairi Çıkın. “Ey Emek” başlıklı şiirinde alın terinin ışığıyla besliyor dizelerini. Şöyle bir silkinip yeniden ayağa kalkmanın direncini imliyor.
“Yarattığın sermayenin hükmü sürüyor tahtında/ Kaybolan iklimlerine sığınıyorsun tarihin/ Fırlatıp gökyüzüne zincirlerini esaretin/ Terli bedenin olgun meyvelerini toplayıp/ Yeniden paylaşımın şiirini yazmalısın bahtında./” (Sf. 38).
Yaşadığı kenti de unutmamış şair. Güzelliğiyle, tarihi, kültürel dokusuyla, emek eksenli bir şehir olmasıyla İzmir’i bir bütün içinde değerlendirmiş.
“…Kordon’da kan içiyordu bilisizler/ bütün korkular Konak Meydanı’ndaydı/ Toplanmışlardı İlkkurşun Anıtının altında/ Emperyalist bir askerin öyküsünü dinliyorlardı”(Sf. 46).
İzmir’i  şiirleştiren Çıkın, doyduğu yerlerden çıkıp, bu kez de doğduğu yerleri içselleştiriyor. “Köy” gerçeği/olgusu onun belleğinde her zaman flu bir dağ yamacı gibi sisli ve acılıdır. Acının, sıkıntının, yokluğun beslediği yoksulluktur aslında. Çekilenler, katlanılanlardır. Dert küpüdür. Hiç unutamadığı ve tazeliğini koruyarak bugünlere taşıdığı göçmen bir kuştur. Hercai bir akşamda çıkagelir usuna. Mavi bir yağmur bulutu  başlar yüreğinden akmağa. Sus pus olur gözleri.
“…bu yaşam/ bu köycül yaşam/ bu serüven/ sırtımızda bunca yıl/ biz bizeyiz/ geleceğimiz uzaklarda değil/ avuçlarımızda/” (Sf. 60).
Avuçlarından kalkan güvercinler, çığlık çığlığa kanat çırpar yepyeni güzelliklere. Mağaralara sığınır çığlıkların sessizliği. Anlamını çözmeğe çalışır hattat, hiç görmediği, bilmediği dilin resimsel zenginliğini. Hüzünlerini mağara duvarlarına nakış nakış işleyen asık suratlı insanların talihsizliklerine hayıflanır. Ve der ki:
“kulaklarımızdaydı yüzyılların korkunç çığlıkları/ mağaralara gömülüyor umutlar gece yarılarında/ sabahlardaydı karanlıklar yıllar boyu/ beyaz değildi çizgiler alın yazılarımızda” (Sf. 61).
Daha gün doğmadan merhabalaşır. Ege denilince hemen akla geliveren tütün de, o an filizleniverir dizelerinin arasından Ayhan Çıkın şiirlerinin. Zifti bir tada dönüşür damağımızda. Açılır rengi yüreğimizin her tütün kırımında. Tütün ekspresinin iki dudağı arasında buruşur yüzlerimiz. Gelecek yılın sancısı başlar sonra…
“…yapış yapış tütün akmaları ellerimde/ hastalıklarımda kinin diye yutacağım/ bir hasır...toprakta biraz kestireceğim/ biraz yıldızlarda yaşayacağım/ gerçeklerden uzaklaşarak” (Sf. 65).
“Tükeniş” şiirinde yerel ağzı/şiveyi kullanmış Çıkın. Farklı bir çeşni yaratmış bu, şiir kitabında.
“…duyuramıyok oğul/ duyuramıyok sesimizi hökümata/ diyordu ihtiyar bir adam” (Sf. 74).
“Çocukluk Arkadaşı” adlı şiiri, öykü şiir ya da düzyazı şiir diyebileceğimiz bir tarzda yazılmış. Sözünü ettiğimiz bütün bu şiir çeşnisini bir arayış, bir dokunuş olarak algılamalıyız. Bu denemeler neticesinde kendi poetikasını oluşturacaktır Ayhan Çıkın.
Kitabın son şiiri “Sarı Nergis” kısa bir beşlikten oluşuyor.
“bahçede eylül hüznüdür bakışları/ ilk yağmurlarda açar gözlerini yaşama/ gelecek hoyrat günleri çağrıştırır rengi/ nasıl anlatsam yeni yüreğimi gözlerini / eski kalbimle kaybolup gidenleri” (sf. 82).
Özcesi;
Ayhan Çıkın, eski kalbiyle yeni kalbi arasında kurduğu dostluğun ürünleri noktasında bu şiirlerini oluşturmuş, ağırlıklı olarak. Onun bu kitabında çatışmalarla çakışmaları bir arada yaşayacaksınız. Her şeyden önemlisi de kendinizi bulacaksınız Ayhan Çıkın şiirlerinin satır aralarında. Size önerim şu : Bu kitabı alın okuyun; bana hak vereceksiniz. (Ortak Kalpler Türküsü, Nisan 2005, Papirüs Yayınları).

Atila Er, “Ortak Kalpler Türküsü”,  Çalı  Kültür Sanat Dergisi, Sayı: 84, Temmuz – Ağustos 2006, Konya, s.15-17.

KAZANILAN YAŞAM

- Sevgili köylüm Ayhan ÇIKIN için-

Bir gün duyuldu
Hocaların hocası Ayhan hasta
Herkesin yüreğine düştü çok büyük tasa
Bulutlar ağladı çatlak topraklar üzerinde
Büktü boyunlarını, açmadı goncalar
Ağladı öğrencilerin, arkadaşların hocalar
Ötmez oldu nif dağları bülbülleri
Hışırdamaz oldu cazkırlar’ın çamları
Konmaz oldu ahlatlara üveyikler
Büyük bir hüzünle doldu tüm yürekler
Esmez oldu imbat
Uçmaz oldu denizlerde martılar
Tanrıya açıldı tüm eller, edildi dualar
Suat hoca’yı odana almadı doktorlar
Yaşam mücadelesinden zaferle çıktın
Kaptırmadın postu
Sevindirdin böylece binlerce dostu
Artık açar oldu goncalar
Uçuşur esen imbat rüzgarlarında martılar
Gitti gelmesin bir daha o kötü anlar
İnsanlığa bıraktığın eserlerinle ölümsüzleştin
Bil ki yoktur bu dünyada eşin
Tanrının gökten indirdiği bir meleksin
Kim ne derse desin
Sayın profesörümüz sen çok yücesin
Senin adın profesör Ayhan
Bil ki sana herkes hayran
Söylüyorum herkese ayan beyan
Dayanmaz enişteme artık hiçbir bayan
Bundan sonra
Sağlık, mutluluk gölgen olsun
Sevgili profesörümüz Ayhan
Bornova, 03 Aralık 2000
Suat Karaova
(Emekli Matematik Öğretmeni)